Babasının aniden vefat etmesi, küçük bir oğlanın hayatını altüst eder. Artık yalnız kalan bu çocuk, üvey annesiyle birlikte geniş ve ürkütücü bir kır malikânesinde yaşamaya mecbur kalır. Bu devasa evin soğuk duvarları arasında yalnızlık daha da büyürken, oğlan kendini sürekli bir huzursuzluğun içinde bulur. Üstelik, koridorlardan gelen rahatsız edici sesler, bu evin sanıldığından daha ürkütücü olduğunu kanıtlar. Hızla artan bu tedirginlik, malikanenin karanlık köşelerinde beliren garip varlıklarla daha da yoğunlaşır. Oğlan, gördüğü bu korkunç yaratığın, ölen babasına ürkütücü derecede benzediğini fark eder ve bu korku kalbinin derinliklerine işler.
Oğlan her ne kadar gördüklerini üvey annesine anlatmaya çalışsa da, onun sözleri yası henüz taze olan bir çocuğun hayal gücü olarak görülür. "Bu evde bir şeyler yanlış!" dese bile, üvey annesi duyduklarına pek kulak asmaz. Bu durum, çocuğun içinde daha da büyük bir korkuya ve yalnızlığa yol açar. Sessizce süregelen bu gerilim, oğlanın gözlerinin önünde her geçen gün daha da büyüyen karanlıkla yüzleşmesine neden olur. Geçişler arasında beliren bu varlık, ölen babasının bir yansıması gibi davranır; evin her köşesine sinmiş, her an ortaya çıkabilecek gibi bekler. İşte bu noktada, oğlanın cesaretini ve inancını sınayan bir mücadele başlar.
Korkunç varlık, oğlanın ve üvey annesinin hayatlarına sinsi bir şekilde nüfuz etmeye devam eder. Onların kontrolünü ele geçirmek ister gibi evde kendini daha da belirgin hâle getirir. Her ne kadar herkes onun hayal gücü olduğunu iddia etse de, oğlan bu yaratığın gerçek olduğunu bilir. Artık tek amacı, hem kendisini hem de üvey annesini bu karanlık varlığın etkisinden kurtarmaktır. Bu amaç, onu cesaret dolu bir mücadeleye sürükler; çünkü bu malikânenin karanlık sırları, sadece o fark edebilecek kadar derinlere gömülmüştür. Oğlan, karanlığın gölgelerine meydan okur ve umut ışığını aramaya başlar.